1 Aralık 2021
Hasan ÖZPUNAR
Özkan TOKMAN
Mevlevîlik Tarikatı
Hz. Mevlana’nın kozmopolit bir düşünce yapısının getirisi olarak Tasavvuf- î düşünceyi başta babası Bahaeddin Veled hazretleri olmak üzere Necmeddin Kübra (Kübreviyye) ekolünden temellendirmiştir. Daha sonra metafizik ve mistik düşünce yapısını mağripten yani İbn-i Arabî’den, ilahî aşka ve cezbeyi Kalenderîlikten ve Melamilikten yani Şems Tebrizî’den almıştır. Çok yönlü hocaları Seyyîd Burhaneddin Tırmızî, Sadreddin Konevi ve Ferîdüddin Attâr Hazretleriyle yoğrulan Mevlana’nın tekâmülü Mevlevî tarikatının doğumu için zemin hazırlamış, gelecek nesiller için evrensel nitelikte bir anlayış bırakmıştır. Başta olmak üzere oğlu Sultan Veled hazretlerinin çabası ile bu tarikatın ilk tohumları atılmıştır. Anadolu’da kurumsallaşmayan ama varlığını sürdüren Arap tarikatların yerine 13. Yüzyılda Türk kökenli orijinal bir akım oluşturulmuştur.
Mevlevilik, sıkı bir ibadet ve zikir üzerine nefis terbiyesini amaçlaması dışında, musıkî, şiir, gastronomi gibi diğer alanları da düstur edinmiştir. Ahlak üzerine kurulu olan bu yapı yalnızca Müslümanların değil diğer din mensuplarının da intisab etmesini sağlamıştır. Tasavvufun değişmez kaideleri içinde yer alan Yunus Emre’nin deyişiyle “Kendini bilen Rabbini bilir” cümlesi Mevleviliğin ana iskeletini oluşturmuştur. Bir seremoni tarikatı olan Mevlevilik, seyr-u süluktan maksadı Rabbinin inayetiyle kendini arama ve vâkıf olma yolculuğu olmasıdır. Mevleviliğin burhanı olan “Sema” Mukabele-î Şerif ile vücut bulup Kulun yeniden dirilip manevi yolculuğunu kendine ait ritüeller ve sembollerle anlatarak sonunda tekrar kulluğa geri dönüşünü, inancı, kainatı ve kıyameti tasavvur eder. Fenafillah dediğimiz insanın kendini kendinde yok edip, Allah’ta bulma çabasını anlatır ve bunları semazenlerin aşk ile vecde gelerek meşk etmesiyle tarif edilir.
Mevlevilik, Anadolu’da diğer tarikatlar ( Öncelikle Bektaşilik, Melamilik, Kalenderilik) ile münasebetini ve muhabbetini sıkı tutmuştur. Dış dünya’ya karşı kapalı olmaması Mevleviliğin ve Mevlana hazretlerinin bir şekilde hâlâ gönüllerde yer alması bunun göstergesidir. Unesco tarafından 1973 yılında “Mevlana Yılı”, 2007 yılında ise “Uluslararası Mevlana Yılı” kabul edilmiştir.
Sema ( Sessiz çırpınış )
Mevleviliğin alametifarikası olan, Sema, terim olarak “Semi” yani işitmek anlamından gelmektedir, O yüzden Mevlana hazretlerinin eseri olan Mesnevî Şerifin ilk sözü “Bişnev”dir. Türkçesi dinle, işit anlamına gelmektedir. İşit ki Alemin yaratılışını, İnsanın varlıktan yok olmasını, kıyametin kopuşunu duyabilesin, çünkü işitmek için önce dinlemek gerekir. İşit ki düşün, yorumla, tasvir et, kendini hamlıktan soyutlayıp olması gereken kamîl derecesine yükselesin. Buna binaen bu düşünceyi semazenlerin ana halter sembolleriyle dışa vurduğunu görürsünüz.
Semazen sol elini yeryüzüne, sağ elini gökyüzüne doğru açar, “Hak’ tan alır Halk’ a veririz. Hiçbir şeyi kendimize mal etmeyiz ” demektir. Sema bir tür zikirdir. Sema esnasında semazen ismi- Celal olan Allah diye zikrederek “Nereye dönerseniz dönün, Allah’ın vechi oradadır” (2/Bakara suresi, 115) ayetini murakabe ve mülahaza eder. Sol ayak (direk) sabittir çünkü şeriatı temsil eder, sağ ayak (çarh) ise yetmiş iki milleti dolanır anlamında üniversal düşünceyi sağdan sola çark atarak sema meşk etmesiyle başlar.
Sema, İnsanın kendi gönül Kâbesine tavafıdır. Allah’a ulaşabilmenin derdine düşmektir. Aşkı yaratanın aşkıyla kaybolmak, gönül sızısını dindirmeye çalışmaktır.
Ve Hazreti Mevlana semayı şöyle açıklar ;
Sema nedir bilir misin?..
ALLAH’ın (c.c.);
‘ Ben sizin RABB’iniz değil miyim?’ sorusuna, ruh zerrelerinin;
‘Evet, RABB’imizsin..’ demelerinin sesini işitip kendinden geçmek,
Ve böylece ALLAH’a kavuşmaktır…”
”Sema nedir bilir misin?..
Dostun hallerini görmek,
Lahut perdelerinin dalgalanmasından HAKK’ın sırlarını duymaktır..!”
” Sema nedir bilir misin?..
Kendindeki hayat varlığından habersiz kalmak, Mutlak fena içinde ebediyet zevkini tatmaktır..!”
Afyonkarahisar Mevlevîhânesi ( Hz. Sultan Divanînin Huzuru Şerîf-i )
Bildiğiniz üzere Konya’da yeşeren Mevlevilik tarikatı, daha sonra Afyonkarahisar başta olmak üzere diğer illerde kurumsallaşmıştır.
Kütahya dergahıyla Dîvâne Mehmet Çelebi’nin şeyh bulunduğu Karahisar dergahı ilk devre ait dergâhlardandır.(1) Afyonkarahisar Mevlevîhânesi “Âsitâne” olarak geçmektedir. Âsitâne, büyük dergâh manasını ifade eden zaviye gibi konar göçer sistemde değil, dervişlerin yetiştiği merkezi teşkilat sistemidir. .ayrıca âsitâne olmasının diğer bir önemli yanı “ Bir dergahta, o yolu kuran, yahut öyle kabul edilen Pîr yatıyorsa, yahut ta yolda yüceliği Pîr’e yakın birinin türbesi var ise o dergâha ,kapı eşiği anlamına gelen ve terim bakımından en büyük dergah manasına gelen âstân ve âstâne denir(2) Pîr’e yakın zat olarak Sultan divani hazretleri gösterilir. o yüzden “Birinci pir Hazreti Mevlânâ’dır. İkinci Pîr (Pîr-i Sanî ) sıfatıyla Sultan Divanî hazretleri anılmıştır (3)
Şahsına Münhasır olan Afyonkarahisar Mevlevîhânesi sadece Osmanlı döneminde değil, Cumhuriyet döneminden sonra da Mevleviliğe hizmete devam etmiştir. Ancak Tekke ve zâviyeler 1925 yılında çıkan bir kanunla kapatılmış. Dolayısıyla Mevlevî tarîkatinin da bu kanunla faaliyetleri durdurulmuştur. Semâ törenleri ise Mehmet Önder’in bildirdiğine göre, ilk olarak 17 Aralık 1951 tarihinde Konya’da yapılmaya başlanmıştır. Konya’da ise 1950’li yıllarda semâ icrâ edecek bir ekip bulunamadığı için, yapılan bu semâ töreninin mutrib heyeti ihtiyaca binaen Afyonkarahisar’dan karşılanmıştır(4). Yapılan bu törene Afyonkarahisar’dan Arif ve Hüsrev Çelebiler, Kemal Bayık, Mehmet Bayraşa, Fehmi Bayraşa, Ulvi Bayraşa, Ahmet Öğüt, Bekir Gümüş, Hasan Sanlı, Abidin Çelebi, Edip Ali Bakı, Cemal Altıniğne, Rıza Sarı, Yahya Tekin Dede ve Murat Çelebi Öztorun katılmışlardır.
1.Dünya Harbi başladığında Sultan Reşad’ın emriyle Mücahidin-î Mevleviyye” taburu kurulmasını arzu etmiştir. Kurulan “Mücahidîn-i Mevlevîyye Alayı’na Karahisâr-ı Sâhib’den altmış üç derviş katılmıştır.”(5)
Şu anda günümüzde ise Afyonkarahisar’da yaşayıp tarihe tanıklık eden Mevlevi adabı ve usulünün son temsilcisi olarak görülen “İsmail Özalp” nam-ı diğer Şah İsmail, 16 yaşında iken Arif Çelebiye intisab ederek Mevlevi dervişi olur, Ferruh Çelebi oğlu Kaptan Hüsrev Çelebi’den sema eğitimi alır. Halen Mevlana aşığı ve Muhibbi olarak hayatına ve başka insanların gönüllerine nüfuz etmeye devam etmektedir.
Ve son olarak Afyonkarahisar Mevlevîhânesi, kadim tarihi eşliğinde Mevleviliğin ikinci büyük merkezi olmasıyla yüksek maneviyatı ve derin suskun hali ile misafirlerini ağırlamaya devam etmektedir.
Hz.Mevlana Mirasının ikinci adresi
AFYONKARAHİSAR MEVLEVİHÂNESİ
Tarihçe
Mevlevîhâneler içerisinde ilk açılanların başında, Konya’dan sonra Karahisâr-ı Sahib Sultan Dîvânî Melevîhânesi gelmektedir.
Mevlevîliğin, Karahisâr-ı Sâhib’de yaygınlaşmasının Hz. Mevlânâ ve torunu Ulu Arif Çelebi’nin 13.yüzyılın sonlarında buraya yaptıkları ziyaretler sonucunda olduğu bilinir. Bu da Afyonkarahisar Mevlevîliğinin tarihsel derinliğinin en önemli göstergelerindendir.
Afyonkarahisâr’ın, Mevlevîlik açısından önemli olmasının sebeplerinden biri de, Hz. Mevlâna’nın torunlarından Mutahhara Hatun’un (Sultan Veled’in kızı) Germiyanoğlu Süleyman Şah’a gelin gelmesidir(1274). Dolayısıyla Çelebi sülâlesi, Konya dışındaki topraklara da kök salmaya başlamıştır.
- Yüzyılın sonu, 16. yüzyılın başlarında (Sultan Dîvânî döneminde) , Afyonkarahisar Mevlevîhânesine çok önemli bir merkez olmuştur. Sultan Dîvâni’nin teşkilatçılığı, devlet adamları ile ilişkiler içinde bulunması, onlarla sürekli diyalog halinde olması, çok seyahat etmesi, Mevlevîliğin parlak bir dönem geçirmesine sebep olmuştur.
Birçok önemli yangına maruz kalmış olan Afyonkarahisar Mevlevîhânesi, 1902 deki büyük Afyonkarahisar Yangınında tamamen yanmış ve bugünkü haliyle dönemin padişahı Sultan II.Abdülhamit’in yardımları ile Postnişin Ali Celaleddin Çelebi döneminde 1907-1908 yıllarında yeniden inşa edilmiştir.
Mevlevîhânenin faaliyetleri, 1925 yılında tekke ve zâviyeler kanunu gereği sona ermiştir.
Uzun yıllar Müftülük,Kuran Kursu,Vakıflar Aşevi olarak hizmet veren “Derviş Hücreleri/Odaları” bölümü 2007 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiş ve Afyonkarahisar Belediyesi tarafından kiralanarak“Afyonkarahisar Mevlevîhânesi” olarak 30 Aralık 2008 ‘de hizmete sunulmuştur.
SULTAN DÎVÂNÎ (DÎVÂNE MEHMED ÇELEBİ) KİMDİR?
Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi’den sonra Mevlevîlik tarîkatine mühim hizmetlerde bulunan önemli isimlerden olan Sultan Dîvânî (Dîvâne Mehmed Çelebi), Hz. Mevlânâ’nın yedinci kuşak torunlarındandır.
Doğum tarihi ile ilgili net bir bilgiye sahip olmamakla beraber, 1448 veya 1471 tarihlerinden birinde doğmuş olduğu tahmin edilmektedir. Afyonkarahisar bölgesi,13. yüzyılda Germiyanoğulları beyliğine bağlı idi. Germiyanoğlu Bey’i Mehmet Bey, Hz. Mevlâna ve Mevlevîliğe karşı muhabbeti olan bir devlet idarecisidir. Bu muhabbetin neticesinde, oğlu Süleyman Şah’a, Sultan Veled’in kızı (Hz. Mevlâna’nın Torunu), Mutahhara Hatun’u almış ve Çelebi sülâlesi ile akrabalık kurulmuştur.
Sultan Dîvânî (Dîvâne Mehmed Çelebi)’nin şeceresi; Hz.Mevlâna Oğlu, Sultan Veled Kızı Mutahhara Hatun Oğlu, Hızır Oğlu, Muhammed Paşa Oğlu, Ahmed Paşa Oğlu, Bâlî Çelebi Oğlu, Dîvâne Muhammed Çelebi şeklindedir.
Mehmet Çelebi çok güzel semâ ettiği için babası tarafından kendisine “Semâî” lakâbı verilmiş, kendisi de şiirlerinde “Semâî” mahlasını kullanmıştır. Kendisine “Dîvâne” de denmiştir. Bu Farsça sıfat, “Hak yolunda kendinden geçen, aklını kaybeden, ilâhî aşkın etkisiyle hayrete düşen, şaşırıp kalan” anlamlarını içermektedir. Mehmed Çelebi’ye ait bazı menkıbelere baktığımızda, halkın kendisine bu sıfatı yakıştıracak bazı sebepler bulunmaktadır. Bu yakıştırmanın, tasavvufî düşünce geleneğinde kendine özgü bir konumu da mevcuttur.
Yaygın olarak kullanılan diğer lâkabı “Dîvânî”nin ise; Timur tarafından Semerkand’a götürülen, daha sonra da Şah İsmail’ce Tebriz’e nakledilen Hz. Mevlâna’nın Eseri “Dîvan-ı Kebir”i, rüyasında gördüğü Hz. Mevlâna’nın manevî işaretiyle Tebriz’e gidip getirmesinden dolayı verildiği düşüncesi hakimdir.
Sultan Dîvânî’nin, “Şiirleri” ve “Tarîkat’ül Arifîn” adlı tasavvufî bir risalesi mevcuttur..
Vefatı
Dîvâne Mehmed Çelebi’nin H. 953/M.1546 veya H.954/M.1547 yıllarında vefat etmiş olduğu aktarılmaktadır.Kendisinden sonra Afyonkarahisar Mevlevî tekkesi postuna oğlu Hızır Şah oturmuştur.
Dîvâne Mehmed Çelebi, katıldığı seferler dışında yaptığı seyahatler de dikkatleri çekmiş ve bu faaliyetleriyle Mevlevîliğin kurumsallaşması bakımından çok önemli gayretler göstermiştir ve Burdur, Galata(İstanbul), Eğirdir, Muğla, Sandıklı, Bağdat(Irak), Cezayir, Kahire (Mısır), Lazkiye (Suriye), Midilli (Yunanistan), Sakız (Yunanistan) Mevlevihaneleri Onun tarafından açılmıştır. Bu sebepten denilebilir ki Mevlevîlik tarîkatinin Bânî-î Sânîsidir (İkinci Kurucusu)
Mevlevihanelerdeki Kırk Hatimli Şifalı Aşure Geleneği onun İran’ın Meşhed şehrinden getirdiği ve günümüzde Mevlevihane’de sergilenen kazanla başlamış ve bu gelenek yüzlerce yıldır burada devam etmektedir.
MEVLEVİHANE’NİN BÖLÜMLERİ
-Matbah
Matbah (mutfak) bölümü Mevlevihanede çok önemli makamdır.Nefs terbiyesi için dergahta geçirilmesi gereken 1001 günlük çile döneminin başladığı mekan matbahtır.Mutfak;’’ham olanların piştiği yerdir.’’ Matbahlar ayrıca mevlevihanenin şeyhinin vefat ettikten sonra yıkanıp kefenlendiği yerdir.
İçerisinde çile çıkarılabilen Mevlevihânelere ‘’Asitâne’’ denilir.Afyonkarahisar Mevlevihanesi ‘’Asitâne’’ özelliği taşıyan dergahlardan birisidir.
-Nevniyaz
Nevniyaz, Mevlevîhanede 1001 gün sürecek çile döneminin ilk mertebesindeki şahıstır. 1001 gün derviş için edep ve erkan öğrenme dönemidir.Onsekiz basamaklı nefs terbiyesi süreci, insanlara gönüllü hizmet ederek gerçekleşmektedir.
Nevniyaz, ilk üç gün Matbâh-ı Şerifte oturur. Bu süre, bir çeşit adaylık sürecidir.
Dergâhta olup bitenleri izler. Eğer üç gün sonunda, gönlüne yattıysa, cesaret edebildiyse 1001 gün sürecek olan manevi terbiye sürecini kabul ettiğini söylemek üzere Aşçı Dede’ye ikrar verir. Dervîş; pazarcılık, ayakçılık, abrizcilik (su taşımak), çerağcılık (aydınlatma) gibi işleri, insana hizmet etmenin kıymetinin bilinciyle yapar. Kendinden başka aciz birinin olmadığı bilinciyle yaşayan dervîşe, 1001günlük yolculuğun sonunda, sikke denilen Mevlevî külahı, özel bir törenle giydirilir. 1001 gün çile dönemini tamamlayan dervîş, “Dede” ünvanını alır. Sürekli dergâhta kalmaya ve hücresinde oturmaya kararlı ise evlenmez, dışarıda ev bark kurmaz. 1001 günlük çilesini tamamlayan Mevlevî Dedesi, dilerse hayatının geri kalan kısmını mevlevîhanede geçirebilir. Kendisine tahsis edilen “hücre” onun özel odasıdır. Hücrenîşin, mevlevîhanede cânlara rehberlik etmek konusunda görevini aksatmadan yapar. Musikî, sema , mesnevî dersleri verebilir.
Aşçı Dede
Dergâhtaki en önemli şahıslardandır. Aşcı Dede, manevi rehberdir. Onun rehberliğinde Canlar, kendilerini eğitirler. Aslında matbahta (mutfakta) pişen, ham olan insandır. Matbâh; “hamdım, piştim, yandım” sürecinin tamamlandığı mekandır.
Derviş Odaları
Derviş Odaları denilen bölümler Postnişin makamı, Hücrenişin, Semazen, Mesnevîhan Ve Hattat, Destina Hatun ve Güneş Hatun’un Odası gibi bölümlere ayrılmıştır.
Postnişin: “Post’a oturan, post sahibi” kişi demektir. Mevlevîhânedeki en üst mertebedir.Postnişin’in Hz.Mevlana soyundan olması gerekirdi.
Hücrenişin
Hücre;“Küçük oda” anlamında kullanılan bir ifadedir. “Odada oturan, oda sahibi” gibi anlamları olan “hücrenîşin”, mevlevîhanelerde önemli bir makamın adıdır.
1001 günlük çilesini tamamlayan Mevlevî Dedesi, dilerse hayatının geri kalan kısmını mevlevîhanede geçirebilir.
Semazen Odası
“Sema”; lügatte “duymak, işitmek” anlamlarına gelir. Tasavvuf terimi olarak ise; musıkî namelerini dinlemeye, dinlerken de vecde gelerek coşkuyla dönmeye denir. Mevlevîlikte semâ, ritm ve musiki eşliğinde yapılan, sağdan sola, kalbin etrafında çark atıp dönerek icra edilen bir zikir şeklidir. Semâ, “selam” adı verilen dört bölümden oluşur. Afyonkarahisar Mevlevihanesi’nin semâhanesi caminin iç kısmındadır.
Mesnevîhan Ve Hattat Odası
Mevlevihanelerde kalan dervişler kendilerini farklı alanlarda yetiştirirlerdi.Hz.Mevlana’nın en önemli eseri olan Mesnevi’yi okuyup yorumlayan kişilere “Mesnevîhan” denir.
Mevlevîhanelerde Mesnevîhanlık, önemli bir mertebedir. Bu makam, bir bakıma Hz. Mevlâna’yı anlama ve anlatma makamıdır. Hat ise yazı sanatıdır.Osmanlı döneminde tekkeler, aynı zamanda güzel sanatların da merkezi olmuşlardır (ebru, tezhib, sedef, tesbih, nakş, şiir, musıkî). Bir çok önemli bestekârımız, hattatımız, ebrûzenimiz, nakkaşımız…bu kurumlarda yetişip manevî terbiye almakla beraber, sanat eğitimi de almışlardır.
Destîna ve Güneş Hatun’lar
Afyonkarahisar Mevlevîhânesi, Mevlevîlik tarihi bakımından olduğu kadar, İslam’da kadının sahip bulunduğu yüksek mevkii gösteren bir örnek olarak da büyük bir öneme sahiptir. Destina Hatun ve Güneş Hatun gibi bayan çelebiler 1500’lü yılların sonlarında Mevlevîhâne idaresinde bulunmuşlardır.
M E V L E V Î CAMİ
Semâhane:
“Mukâbele” de denilen semânın yapıldığı mekâna, “semâhâne” denir. Semâhâne, kare biçimlidir. Afyonkarahisar’da Semahane aynı zamanda Camii ve türbe olarakta kullanılmaktadır.
Mevlevîhâne’deki Türbeler / Sandukalar
Sultan Dîvânî’nin kabri, semahane-caminin doğu yönündeki duvarın önündedir. Aynı sırada, diğer bazı çelebilerin ve mevlevîhaneye hizmet etmiş şahısların kabirleri mevcuttur. Sultan Dîvânî’nin, mermer kaide üzerinde bulunan yeşil pûşîdeli büyük sandukası dikkat çekmektedir.
Mutrıb Mahfili
Sema ayini esnasında musıkî icra eden heyetin bulunduğu yerdir. İlk dönemlerde Ney ve Kudüm ile ayin icra edilirken, sonraları mutrıb heyetine; tanbur, kanun, klasik kemençe, ud ve zil gibi enstrümanlar da dahil olmuştur.
Şerbethâne
Mevlevîhâne’nin son restorasyonundan önce bu bölüm duvarla bölünmüş idi. Restorasyonla birlikte aradaki bölme alınmıştır. Şerbethane, kadınlar mahfilinin alt kısmını teşkil etmektedir.
Namık Kemal Ve Afyonkarahisar Mevlevîhânesi
Mevlevi Camii’nin giriş kısmında merdivenlerin yanında gösterişli bir mezar yeralır.Bu mezar Vatan Şairi Namık Kemal’in annesi Fatma Zehra Hanım’a aittir.Fatma Zeha Hanım Karahisar-ı Sahip Muhassılı[1] Abdüllatif Paşa’nın kızıdır. 1847 yılında burada vefat etmiş ve dergahın bahçsine defnedilmiştir. Namık Kemal, annesi öldüğünde yedi yaşlarında idi. Kendi şiir dünyasının oluşmasında Afyonkarahisar Mevlevîhânesinin rolü çok önemlidir. Hatta Mevlevî Dergahı Neyzenbaşısı Coşkun Dede’den sema dersi aldığı da bilinmektedir.
Sergi Salonu
Derviş Odaları bölümlerinin al katı günümüzde Sergi Salonu olarak düzenlenmiş olup, el yazması Kur’an-ı Kerimler,Mesneviler,Mevlevi Kıyafetleri,Hat eserleri sergilenmektedir.
Afyonkarahisar Mevlevihanesi günümüzde şehrin en çok ziyaretçi çeken mekânı olarak her yıl yüzbinlerce kişiyi ağırlamakta ve sinesinde Hz. Mevlana’nın mirasını barındırmaktadır.
KIRK HATİMLİ ŞİFALI AŞÛRE GELENEĞİ
Bilindiği gibi Muharrem Ayında Aşûre pişirmek, İslam medeniyetinin önemli geleneklerindendir. Aşûre geleneğinin Mevlevîhânelerde farklı bir törensel hâl alması, Sultan Divâni Hazretlerinin 1500’lü yıllarda başlattığı bir uygulamadır.
Afyonkarahisar Mevlevîhânesinde başlayan bu gelenek, diğer Mevlevîhânelere buradan yayılmıştır. Ne yazık ki bir çok geleneğimiz gibi bu gelenek unutulmaya yüz tutmuş iken, 1990 yılında Afyonkarahisar’da Kültür ve Turizm Derneği tarafından bu uygulama tekrar başlatılmış, iki yıl sonra Afyonkarahisar Belediyesinin sahiplenmesiyle, günümüze kadar devam edegelmiştir.
Kırk Hatimli Şifalı Aşûre geleneği, Afyonkarahisar Mevlevîhanesinde şu şekilde devam etmektedir:
Muharrem ayının onuncu gününden sonraki uygun bir perşembe günü, Mevlevi/Türbe Cami-i’inde, protokolün de katılımıyla ikindi namazından sonra aşûre duası okunur. Okunan duanın ardından, Aşûrenin temsili bir kısmının kuru maddeleri, büyük bir kazanda karılır ve gelen halka birer kepçe verilir. Aldıkları bu kuru, ham Aşûre malzemesini evlerindeki Aşûreye şifa niyetine katarlar. Asıl dağıtılacak Aşûre, o gece belediyenin aşevinde pişirilir ve Cuma namazı çıkışı Mevlevi/Türbe Cami-i’nin bahçesinde halka ikram edilir. Pişen Aşûreden resmi kurumlar ve okullara da gönderilmektedir.”
Yüzyıllar boyu devam eden gelenek, 2009 yılından itibaren ‘’40 Kazanda,40 hatimli aşure şekline bürünmüşBu aşamadan sonra, bahçeye kurulan kırk kazanın başında birer hafız ve dualar eşliğinde Cuma namazı çıkışı halkın yoğun katılımı ile dağıtım gerçekleşmiştir. Bu şekliyle “40 Kazan, 40 Hafız, 40 Hatim, 40 Bin Kab Aşûre” şeklinde daha kurumsal bir durum kazanmıştır.
[1] Muhassıl: Arapçada “derleyen, toplayan, elde eden” anlamlarında kullanılan bir sözcüktür. Osmanlı Döneminde, genel olarak vergileri tahsil eden memur anlamında kullanılmıştır 18. yüzyılda muhassıl unvanı valilik ile eş anlamda bir ad olmuştur Muhassıllar, sorumlu oldukları bölgelerden toplanacak vergileri halkın mali güç, imkan ve sahip oldukları emlake göre vergilendirirlerdi
Kaynaklar
- – Abdülbaki Gölpınarlı “Mevlana’dan sonra Mevlevîlik” S.306
- – Abdülbaki Gölpınarlı “Mevlevî âdâb ve erkânı S.23
- – Mevlevi adab ve erkanı S.150.152 , Tanrıkorur agt.I, S.468 , Yusuf Ilgar Karahisâr-ı Sahib,S.134
- Ali Türk,Sultan Mevlana Günü ve Sultan Divani (İnkilap) Afyon Sayı : 343 , Yusuf Ilgar Karahisâr-ı Sahib, S.240
- Süheyl Ünver a.g.e S.35