Ekonomide geleceği nasıl inşa etmeliyiz?
Ünlü bilgin Carl Sagan, “Yaşadığımız evrende hiçbir şey değişmemiş olsaydı; bilim olmazdı. Her şey hiç anlaşılamayacak kadar değişse, kaos ortamı hakim olsaydı, yine bilim olamazdı,” saptamasını yapar. Eğer bugün bilim birçok sorunumuza çözümler üretebiliyorsa, dünyamız hiç değişmeyen bir yer olmadığı gibi, değişmelerin de hiç anlaşılamayacak kadar karmaşa içinde olmamasıdır. Ekonomi de bir bilim alanıdır; değişmeler ne denli hızlı olursa olsun, karmaşa ne denli artarsa artsın, doğru bir kurama, işlerliği olan bir modele, etkin bir metoda sahipsek karşılaştığımız sorunları çözebiliriz.
İş insanlarımız döviz, faiz ve borsalardan oluşan piyasanın günlük hareketinin baskısını her an hissediyor. İş insanlarımızın üzerindeki baskıyı artıran birçok neden var: O nedenlerden biri, bilim ve teknolojinin geliştirdiği yeni araç ve metotların küresel ölçekte bağlantı, iletişim-etkileşim ve işbirliklerini alabildiğine yaygınlaştırması ve derinleştirmesidir. Yaşadığımız evrenin özünde “bağlantısal bütünlük” denen bir iletişim ve etkileşim her zaman vardı. Bugün olup biten ise özellikle mobil iletişimdeki gelişme insanlar arasındaki bağlantıyı güçlü bir biçimde hissettiriyor. Prof.Dr. Tuncer Kılıç’ın yazı ve kitaplarında ısrarla belirttiği bu yeni “bağlantısal bütünsellik ve yaşamdaşlık bilincini” hızla yükselten etkileşimlerle hepimizin hayatını derinden etkiliyor.
FED bizi ilgilendirmez diyebilir miyiz?
Bugün hepimiz biliyoruz ki, paranın değerinde istikrar söz konusu olduğunda, genelde ABD ve diğer hakim ekonomilerin aldığı kararları yakından izlemek zorundayız. ABD’de FED’in kararları anında bizleri de etkiliyor. Çin’in emtia piyasasına girişi ve çıkışları, ülkemizdeki işyerlerinin girdilerinin sağlanması kadar fiyatlarını da belirliyor. Çip üretiminde aksama, ülkemizdeki üreticinin programını da aksatıyor. Taşımacılıkta konteyner krizi bizim üretimimizi, ithalatımızı ve ihracatımızı zorluyor. Bütün bu gelişmelerdir ki, ülkemizin “dış politikasını yönetenlerin” sözleri, tutumları ve davranışları sadece yakın komşularımızla ticareti etkilemiyor; küremizin herhangi bir yerindeki ülke ile olan ticaretimizi de zorlayabiliyor. Eğer istikrarlı bir ekonomik gelişme yaratmak istiyorsak, Jeffrey Sachs’ın başka ülkelerle diplomatik ilişkilerin düzeltilmesini önermesini alıcı bir ruhla değerlendirmek gerekir. Ekonominin istikrarı, gücü ve sözü kullanmamıza bağlıdır: Güç ve sözünüzün sınırını bileceksiniz, kullanma zamanını iyi belirleyeceksiniz, kullandıktan sonra size nasıl ödeneceğini iyi hesaplayacaksınız.
Eğer önümüze çıkan bin yılın fırsatını değerlendiren bir ekonomi yaratmak istiyorsak, gündemimiz çok açıktır: İklim değişikliği ve onun doğrudan ve dolaylı etkileri öncelikli sorunumuzdur. İklim değişikliği bağlamında, gıda güvenliği, içme-kullanma ve sanayi suyu sorunu, enerji, iletişim ve lojistik akışların kesintisiz sürdürülmesi önem taşıyor. Eğitim, bilimsel ve teknolojik birikimlerin yeterliliği, yatırım iklimi yaratılması, üretim kapasiteleri ve istihdam konularında dünya genelindeki eğilimleri yakından izlememiz gerekiyor.
Kısaca anlatırsak, bugünün insanları, dünün dünyası insanlarına göre birbirine daha sıkı bağlanmıştır. Ülkemiz ekonomisi de iklim değişikliği, covid-19 salgını, küresel ölçekte hakim güçlerin sosyo-ekonomik ve politika kararlarından anında etkilenmektedir. Yurtiçinde ve yurt dışında oluşumla karşılıklı bağımlılıkları artırdığı, sorumluluk alanlarını genişlettiğini hep birlikte yaşadık, yaşıyoruz.
Hepimizin yaşayarak gördüğü ve öğrendiği dış ve etkileri burada tekrarlamak anlamlı değil. Önemli olan geçmişten ders alarak, daha sağlıklı gelecek kurmaya yönelmektir. Geçmişte yaşananlardan çıkarmamız gereken dersler önemli. Bayram Ali Eşiyok yazılarında ve kitaplarında, 1924-2015 verilerini analiz ettiğinde, ekonominin “planlı” yönetildiği 27 yılda ortalama büyümenin yüzde 9.5 olduğunu, plansız 65 yılın ortalamasının yüzde 5.2 düzeyinde kaldığını saptıyor. Cumhuriyet Dönemi’nin 92 yılında ortalama büyümenin yüzde 6.5 düzeyini yakaladığını, neo-liberal uygulamaların yapıldığı 35 yıldaki büyümenin yüzde 5.1 düzeyinde kaldığını hesaplıyor.
Ekonomik gelişmeleri izleyenler sık sık kriz ortamlarından geçtiğimizi biliyor…Piyasanın döviz, faiz ve borsaya yansıyan üst göstergeleriyle fazlaca meşgul olurken, “planlı ekonomi yönetimin yarattığı gücü” konuşmuyor, sahiplenmiyor ve arkasında durmuyoruz. Ekonomide bakıyoruz, ama görmüyoruz gibi bir eğilimden söz edersek maksadı aşan bir değerlendirme olmaz.
Ülke içinden ve dışında karşılaştığımız sorunları bir “bahane” haline getirir de, “yüzleşme” özgüveni göstermez, “kendimizi sorgulamaz”, “sorgulama” ile “yargılamayı” karıştırırsak, geleceği inşa edemez, krizlerle yaşamak zorunda kalırız. Yapılacak iş çok nettir; açık yürekle geçmişle yüzleşmeliyiz ki, ondan ders çıkararak daha sağlıklı gelecekler inşa edelim. Başka bir anlatımla “tarih bilincimizi” yükseltelim.
Geleceği nasıl inşa ederiz?
Sağlıklı ve istikrarlı gelişen bir ekonomi yaratarak, insanımızın maddi ve kültürel refahını artıran sonuçlar yaratmak istiyorsak, hepimiz ekonominin “planlı yönetimi” konusuna sahip çıkmalıyız. İnanç, ideoloji, önyargı, yerleşik doğru ve ezberlerimizden arınarak planın erdemini sorgulamalı ve sahiplenmeliyiz. Kimse önerdiğimiz planlı ekonomi yönetimi ile geçmişte sosyalist ülkelerdeki planları karıştırmamalı. Planın, ülke ölçeğinde bir strateji çerçevesinde, ihtiyaçları ve öncelikleri belirleyerek, kaynakları net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma ile yönetmek olduğunu zihnimizde netleştirmeliyiz.
Geçmiş gösteriyor ki, öngörem ve önlem alma disiplinin etkin aracı olan planı önemsememiz, krizlerden uzak durmanın etkin yolu olmuştur. Eğer, ülkemizi yönetenler beş yıllık bir orta vadeli planı ciddiye alırlarsa, merkezi coğrafi konumumuzu ve çevremizdeki geniş pazarı etkin biçimde değerlendirmek mümkündür. Ayrıca, aşırı değerlendirmelerle içe kapalı, maksadını aşan korumacılık yerine rekabet gücümüzü geliştiren dışa ve dünyaya açık ekonomi politikaları uygulanırsa bugün yaşanan krizi kısa sürede aşılabilir. Kalifiye ve yüksek yenilikçi işgücü için eğitim sistemimiz ivedilikle proje-odaklı hale getirilir ve yaşama geçirilirse, sıkıntılar yakamızdan düşebilir. Altyapılarımızı gözden geçirir; gerekli olanı hızla tamamlar, gereksiz olanlara kaynak bağlamazsak krizleri aşabiliriz. Yüksek düzeyde hukuki güvence olmadan, asla kalkınma olmaz… Hukuk güvencesi olmadan işleyen kurumlar yaratarak kaynaklarımızı etkin ve verimli kullanamayız. Güçlü bir orta sınıf yaratmadan, iç talebi düzenli geliştiremez, iç talebin büyümeye olumlu katkılarını sürdüremeyiz.
Sağlıklı bir gelecek kurabilmemiz makroekonomik dengeler kadar, işletmeler düzeyinde de çok önemli bir gündemimiz var: Küçük ya da büyük iş yerlerimizin büyük çoğunluğu orta-düşük teknoloji üretim örgütlenmesine sahiptir. Rekabet edebilir ölçek, rekabet edebilir teknoloji ve rekabet edebilir yönetim anlayışı iş yerlerimizin ivedi gündemidir. İş yerlerimizi yönetenlerin gündeminde üç yatırım alanının kaynak talebi hızla artmaktadır: Orta-düşük teknolojileri, orta ileri-teknolojilere dönüştürme ve yüksek katma değerli ürünlere geçmek için sermaye-yoğun yatırım ihtiyacımız artmaktadır. Günümüzün gerçeği olan dijital uyum konusunda gerekli yatırım yapmaksızın yarınları güven altına alamayız. Dijital uyum yatırımlarına, şimdi bütün dünyanın gündemine gelen yeşil mutabakat yatırımlarını da eklerseniz, geleceğin sadece siyasi irade, bürokrasi sorumluluğu olmadığını, işyerleri ölçeğinde de sorumluluklar gerektirdiğini görürüz.
Vasat söylemleri özendirmeyelim
Ekonomide sağlıklı bir gelecek yaratmak için hepimizin ortak sorumlulukları var: Birincisi, dünya genelindeki eğilimlerin fırsat ve tehlikelerinin farkında olmalıyız…İkincisi, kendi olanak ve kısıtlarımızı net olarak bilmeliyiz. Bu iki adım, işyerleri ölçeğinde “küçük veri” ile bizi ilgilendiren küresel ölçekteki “büyük veriye” sahip olmamızı gerektirir. Bugünün ekonomisi küçük ve büyük veriyi yeni bir nesne ve yeni bir iş yapma metoduna dönüştürebilenler birikim yeteneklerini koruyor ve uzun dönemli geleceklerini güven altına alıyor. Eğer yazılı, görsel ve diğer elektronik medyada iletilen veriler çarpıtılmış ise, veriler algı yönetimi için kullanılıyorsa dikkatli olmalıyız. Çarpıtılmış verileri izlemek için zaman harcıyorsak yaratmak istediğiniz sonucun yakınından teğet bile geçemeyeceğinizi bilmek zorundasınız.
Günlük medya iletişiminde kısa mesajla yetinilir; derinlik analizlerinden uzak durulursa iletişim kurar, ama işimize yarar bilgi üretemeyiz. Herhangi bir analize ve karara götürmeyen tartışmalara alkış tutarsak, kitle iletişim araçlarında çalışanların popülizm eğilimini güçlendiririz.
Faiz, kur ve borsa hareketleri gibi “piyasa üst göstergelerine” harcadığımız zaman kadar, insan kaynağı, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının durumunu sorgulamazsak çıkmazdan kurtulamayız. Tedarik sistemindeki bağlantılar, tedarik sisteminin işleyişini engelleyen politik söylemler, diplomatik ilişkilerin ticarete etkileri konusunda bilinçlenmezsek zihin emeğimizi israf ederiz. Yurtiçinde politik dilin birleştirici, katılımcı ve kapsayıcılığı yanlış yolda gidiyor da,karınca kararınca tepkimizi bildiremiyorsak, kul olmaktan yurttaş olmaya geçemeyiz. Hukuk devletinin özü olan kanun önünde herkesin eşitliği, hakimlerin bilgi, gelir ve atama bakımından bağımsızlığı ile kanunlar yürürlükte olduğu sürece eleştiri hakkı vardır, uymama hakkı yoktur ilkelerine sahip çıkmıyorsak güvenli bir gelecek oluşturamayız…
Ekonomiye “piyasa üst göstergelerinin tutsaklığından” kurtulup, gerçek yapısal reformlara bizi taşıyacak olan “dip dalgalara” odaklanırsak, ülkemiz ekonomisinin performansı bizi gelişmiş ekonomiler kervanına katar…